9 Ağustos 2019 Cuma

GALYALI KOMUTANLAR'IN İSKENDER İLE GÖRÜŞMESİ


 Tuna kıyılarında İskender'in karargahı
M.Ö. 335 ( 111.Olimpiyat, 2.yıl)
         Makedonya’nın yeni kıralı Trakya işgalinin yorgunluğunu atmak için çadırının önündeki divanda uzanmış yatıyor ve Tuna’nın karşı sahillerini seyrediyordu. “Güney-batı tarafındaki tepede üç yabancı savaşçı görünmüş. Buraya doğru geliyorlarmış” sözleri İskender’i tatlı dalgınlığını ortadan kaldırdı. Bu sözleri söyleyen yardımcı generali Ptolemi idi. Daha sonra Mısır hanedanlığını kuracak olan Ptolemi çocukluk arkadaşıydı ve büyük filozof ve zamanın en değerli eğitmeni Aristo’dan beraber ders almışlardı. Aristo onlara edebiyat, hitabet sanatı ve matematik yanında, biraz tıp öğretmiş; ama en çok siyaset ve yöneticilik konularında onları eğitmişti.

“Kim ola ki bunlar” diye sordu İskender,” korkmadan böylesine, habersizce yanı başımıza kadar gelebiliyorlar ?”
Trakyalı kabilelerden olamazlardı. Çoğu zaten aralarına katılmıştı, bir kısmı da köylerinde Makedonya ordusunun kontrolleri altında yaşıyorlardı. Illyrialılar ise habersiz gelme cesaretini ve nezaketsizliğini göstermezlerdi. İskitler ise uzaktaydı ve kuzeydeki gözcüler onların gelişini çoktan haber verirlerdi.
Nöbetçi subayların nezaretinde kralın çadırına doğru yaklaşan üç yabancıyı şimdi onlar da görmüşlerdi. Atlarına ordunun kamp girişinde el konulmuş olmasının kızgınlığından biraz söylenerek, biraz da işlerini bir an önce bitirmek İster gibi, hadi artık dercesine, sabırsız bir şekilde yaklaşmaktaydılar. Nöbetçi subaylardan sanki daha hızlı yürüyecekler de, ama onları  geçmemek için yavaşlamaya zorlanıyor gibi bir havaları vardı. Üzerlerindeki demir takıların ve silahlarının şıngırdamasını duymaya başlamışlardı.
“Bunlar hani o duyduğumuz Keltler olmasın” dedi Ptolemi, “hani o çok iyi savaşan barbarlar”.
Aristo’dan duymuşlardı ilk kez Galyalı denen Keltleri. Aristo anlatmıştı onların nasıl korkusuz ve kuvvetli olduklarını. Geleneklerine göre, çocuklarını taa bebekliklerinden beri az giydirir, soğuğa alıştırır, dayanıklı ve kuvvetli olmaları için uzun bir eğitimden geçirirlermiş.
“Evet… Onlar galiba…”dedi İskender, “Hatırlıyor musun? Aristo onların savaşta göründüklerinin aksine disipline çok özen gösterdiklerini anlatmıştı”.  
Başını sallayarak ekledi Ptolemi, “Paralı asker olarak da savaşmışlardı bir süre  Syrakusa’da Tiran Dionysios’un emrinde, on olimpiyat kadar önce. Onlar için, şarabı ve galibiyet sarhoşluğunu abartmasalar, dünyanın en iyi askerleri olurlardı derler”.
Galyalıların miğferleri seçilebilir hal almıştı artık. Güneşin batma vakti gelmişti ve güneşin son ışıltıları üç miğferin boynuzları arasından kaybolmak üzereydi. Boynuzlar iki miğferde kocaman bir koçunki gibiydi. Yaklaştıklarında üçüncüsünün başındakinin, boynuz değil, dev bir kuşun kanatları olduğunu anladılar. Miğferlerin her iki yanındaki bu uzantılar, bu iri adamları daha da devleştiriyordu. Miğferlerinin kenarlarından sarkan örgülü saçları, onlar hızlı yürüdükçe daha gerilerinde kalarak sallanıyorlardı.
İskender divanının üzerinde yarı yatar vaziyetteydi. Ptolemi yanında ayakta duruyordu. Nöbetçi subaylar durdu. Yabancılar öne çıkmış oldular.
“İskender’le konuşmak istiyoruz” dedi en iri ve saçları kiremit kırmızısı olanı. Kan kırmızısı ve çivit mavisi karışımı renklerle bezenmiş pelerinlerinin altına giydikleri pantolonlar İskender’i şaşırtmıştı. Medeni insanlardan farklı giyinmiş olan bu kaba insanlar ilgisini çekmeye başlamıştı.
“İskender benim. Konuş yabancı” diye cevap verdi meraklanan İskender.
Üçünün de sakalı yoktu, ama bıyıkları yanaklarına sarkmıştı. Daha kısa olan ikisinin saçları da koyu papatya sarısı gibi bir renkteydi. Kendini Kastor diye tanıtan daha yaşlı olanı Bioriks ve Amergon’u da tanıttıktan sonra başladı söze,
“Biz Tanrı Belenos’un merhametiyle tüm Avrupa’ya yayılan, Romalılara ve Etrüksler korku salmış Keltlerin oğullarıyız. Hem savaşırız, hem de tarımla uğraşırız. Bizler şarap ve tuz ustasıyız” dedikten sonra Bioriks’e hediyeleri sunması için bir göz işareti yaptı ve devam etti,
“Galyalı derler bizlere. Batının yüce dağlarından, ormanlarından geldik. Tüm Galya’dan, İber nehrinden Tuna’ya kadar tüm kabilelerimizden, sen yüce krala selam ve sevgi getirdik”. Bu arada Bioriks, içinde altın boyunluk, gümüş kemer ve kıymetli taşlarla işlenmiş altın tas ve kupalar olan küçük sandığın kapağını açarak İskender’e doğru getirdi.
İskender, kaba görünümlü olan bu insanların aslında bir barış delegasyonu olduğunu anlayınca, özellikle dış yazışmalarda ve kayıt tutulmasında yeteneğini çok beğendiği Eumenes’i çağırttı kraliyet çadırına. Kral üç kişilik bu heyete hoş geldiniz dedikten sonra çadırın yan bölümüne geçenek yuvarlak toplantı masasının etrafına yerleştiler.
Toplantıda, Galyalı elçi heyeti Trakya’ya bazı Galyalı kabilelerin gelmiş olduğunu, tarım ve hayvancılıkla uğraşacaklarını ve Makedonya krallığının kuralları dışına çıkmayacaklarını belirttiler. İskender de onlara bu kabilelerin buralarda yerleşebileceklerini söyledikten sonra, yakında ordusunu Hellenpontos’dan karşıya, Küçük Asya’ya, geçireceğini ve Perslerle savaşmaya hazır olduğundan söz etti ve hemen bir isteğini dile getirdi,
“Sizlerin çok iyi savaştığı kulağıma gelmişti. Söyleyin bana, buralara eğer kuzeyden bir İskit veya batıdan bir Etrüsk saldırısı olursa bana yardım eder misiniz?”
Hemen cevap verdi Kastor, “Yüce kral ! Bizler ölümden korkmayız ve bu dünyadaki iyiliğimizi ve rahatımızı savaşmaya borçlu olduğumuza inanırız. Savaş bize can verir. Sen istiyorsan, senin düşmanın bizim de düşmanımız olur ve onlarla ölünceye kadar savaşırız. Ancak onlardan alacağımız ganimet de bizim olur. Bu kazancımızı tanrılarımıza vermemiz gerek”.
İskender bu cevabı duyunca hem rahatlamış, hem de bu barbar sandığı Galyalıları sevmeye başlamıştı. Konuklardan sorumlu subayına seslenerek,
“Onursal konuklarımız ve dostlarımız için nehrin kenarında bir çadır hazırlansın. Rahat etsinler, dinlensinler. Ne istiyorlarsa yapılsın”. Emirlerini tamamladıktan sonra üç Galyalıya dönerek,
“Bu akşam vereceğim ziyafete sizleri de bekliyorum” dedi, “eğlencemize katılmanız bizleri onurlandıracaktır. Gelin beraber Yunan şarabını içelim, dostluklarımızı kuvvetlendirelim”.
“Yüce kral sizinle beraber olmak bizleri çok sevindirir. Ancak sizlerin şaraba su kattığınızı öğrendik. Biz, Belenos’un bize verdiği bu güzel nimete su karıştıramayız. İzin verinde biz şarabımıza su karıştırmayalım.” Kastor’un bu cevabı İskender’i şaşırttı ama kızdırmadı. Başka bir kral olsa belki kızardı ama o Aristo’nun öğrencisiydi. Aristo ona ve Ptolemi’ye, dünya ve insanlar hakkında yeni bir şey keşfetme fırsatı yakaladıkları zaman, ters bile olsa, onu sakın geri çevirmemelerini, değerlendirmelerini öğütlemişti. Fark etti ki İskender yeni bir kültür keşfetmekteydi. Kastor’ın isteğine itiraz etmedi, sadece gülümsedi ve akşam yemeğine su katılmamış şarap hazırlanmasını emretti. Aristonun tembihlediği bu davranışı Hindistan’da da sürdürecekler ve yerel halkla bütünleşmeye çalışacaklardı. Böylece Büyük İskender, İmparatorluğunu kurabilecekti. Sonra düşündü kendi kendine İskender, “bunlar şaraba su kattığımızı da biliyorlarsa, acaba daha başka bizim hakkımızda neler biliyorlar?” Ptolemi de Galyalıları sevmişti ve İskender’in bu kararına katılıyordu. Toplantı çadırından en son Ptolemi ve Eumenes beraber çıktılar.
Konuk çadırı Tuna nehrinin ortasında yer almış olan ince uzun bir adanın karşısındaydı. Ada kazlarla doluydu ve kazların sesleri güneş gitmeye başladıkça artmıştı. Kazların bağırtısı, kavakların rüzgarda sallanma sesiyle beraber sanki ilk defa dinledikleri bir melodi gibiydi. Adanın üzerini dolduran kavak ağaçları nehrin karşı tarafının manzarasını engelliyordu. Üçü de dalmış, kavak ağaçlarını bu sihirli müzik eşliğinde seyrederken İskender’in Anadolu’ya geçmesinin tahminlerinden daha önce olabileceğini düşünüyorlardı. Makedonyalıların karşı kıtaya geçmeleri onları nasıl etkileyecekti acaba? Roma kuvvetlenmeye başladığından beri Galya kabileleri onlara eskisi kadar baskın yapmak istemiyorlardı. Epey bir süredir batıdaki Yunan kolonileri de onları savaşmak için kiralamıyorlardı. Barış güzeldi; ama savaş gelirleri de azalmıştı bir süredir. Trakya’daki değişiklikler Avrupa’daki tüm kabileleri yakından ilgilendiriyordu.
Çadırlarına geldiklerinde emirlerine verilmiş olan kölelerden sıcak su hazırlamasını istediler. Yanlarında getirdikleri sabunlarla vücutlarını güzelce yıkadılar, temizlendiler, ter kokularını attılar. Kralın onurlarına vereceği yemeğe hazırdılar. Başlarını yıkamadılar; çünkü örgülerini sökmek ve yeniden örmek çok vakit alacaklardı Saç yıkamayı eve dönünce kadınlarına yaptırmak en doğru yoldu.
Şölen sofrası çok zengindi. Acıkmışlardı; başladılar hemen yeni toprak fırından çıkmış koyunun butlarını kemirircesine yemeğe. Yunan şarabı geçen yaz Bioriks’in Keltiberya’dan getirdiği kadar lezzetli değildi, ama Pannonia da yaptıkları kendi şaraplarından daha güzeldi sanki. Pannonia  şarabı tuzlucaydı çünkü. O yüzden de bal katarlardı şaraplara. Tadı biraz tatlansın diye. Onu içince öyle bir enerji gelirdi ki tek başına bir boğayı bile devirebilirlerdi yere.
Dans edenleri seyrettiler ve bol bol şarap içtiler. İskender ve komutanları da memnundu, Galyalılar da. Sohbet devam etti. İskender kupasını Makedonya’nın ve Galyalıların onuruna kaldırdıktan sonra, konuklarına dedi ki,
“Galyalı dostlarım, yarın size güzel bir yolculuk dilerim. Söyleyiniz tüm kabilelerinize. Bilsinler ki İskender sizlerin dostudur” ve ekledi “size son bir soru sormak istiyorum” Çalgıcılar susmuş tüm kulaklar İskender’in son sorusunu bekliyordu,
“Siz Galyalıları dünyada en çok korkutan nedir ?” sanıyordu ki cevap büyük kral olarak kendisi olacaktı; ama cevap beklediği gibi gelmedi Kastor’dan,
“Hiçbir şey sevgili dostum, hiçbir şey ! Sizin gibi kıymetli bir arkadaşımıza saygımız her zaman olacaktır elbet. Ancak biz hiçbir şeyden korkmayız. Sadece…” hafifçe durakladı biraz, ortalıkta çıt yoktu ve kendinden emin olarak sözünü tamamladı,  “Biz Galyalılar sadece şu üstümüzdeki gök yüzünün bir gün aniden başımızın üzerine çöküvereceğinden korkarız”. Kastor sözünü büyük bir kahkaha ile tamamlamıştı. Amergon ve Boioriks de liderlerine katılarak kahkaha atmaya başladılar ve ertesi gün erkenden evlerine dönmek üzere, İskender ve komutanları selamlayarak  şölen çadırından ayrıldılar.
Çadırda çıt çıkmıyordu. Makedonyalılar şaşırmışlardı bu Galyalı liderin verdiği cevaba. İskender komutanlarına döndü ve
“ Bu Kelt denen adamlar da ne kadar yüksekten atıyorlar böyle” dedi ve şölen sona erdi.
İskender Keltleri palavracılıkla suçlarken 50 yıl kadar önce Roma şehrini nasıl talan ettiklerini ve korku saldıklarını unutmuştu. Ayrıca, yine 50 yıldan daha kısa bir süre içinde, Makedonya’da nasıl terör estireceklerini ve Yunanistan’da taş üzerinde taş bırakmayacaklarını bilemezdi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder