Tuna kıyılarında İskender'in karargahı
M.Ö.
335 ( 111.Olimpiyat, 2.yıl)
Makedonya’nın
yeni kıralı Trakya işgalinin yorgunluğunu atmak için çadırının önündeki divanda
uzanmış yatıyor ve Tuna’nın karşı sahillerini seyrediyordu. “Güney-batı
tarafındaki tepede üç yabancı savaşçı görünmüş. Buraya doğru geliyorlarmış”
sözleri İskender’i tatlı dalgınlığını ortadan kaldırdı. Bu sözleri söyleyen
yardımcı generali Ptolemi idi. Daha sonra Mısır hanedanlığını kuracak olan Ptolemi
çocukluk arkadaşıydı ve büyük filozof ve zamanın en değerli eğitmeni Aristo’dan
beraber ders almışlardı. Aristo onlara edebiyat, hitabet sanatı ve matematik
yanında, biraz tıp öğretmiş; ama en çok siyaset ve yöneticilik konularında
onları eğitmişti.
“Kim
ola ki bunlar” diye sordu İskender,” korkmadan böylesine, habersizce yanı
başımıza kadar gelebiliyorlar ?”
Trakyalı
kabilelerden olamazlardı. Çoğu zaten aralarına katılmıştı, bir kısmı da
köylerinde Makedonya ordusunun kontrolleri altında yaşıyorlardı. Illyrialılar
ise habersiz gelme cesaretini ve nezaketsizliğini göstermezlerdi. İskitler ise
uzaktaydı ve kuzeydeki gözcüler onların gelişini çoktan haber verirlerdi.
Nöbetçi
subayların nezaretinde kralın çadırına doğru yaklaşan üç yabancıyı şimdi onlar
da görmüşlerdi. Atlarına ordunun kamp girişinde el konulmuş olmasının
kızgınlığından biraz söylenerek, biraz da işlerini bir an önce bitirmek İster
gibi, hadi artık dercesine, sabırsız bir şekilde yaklaşmaktaydılar. Nöbetçi
subaylardan sanki daha hızlı yürüyecekler de, ama onları geçmemek için yavaşlamaya zorlanıyor gibi bir
havaları vardı. Üzerlerindeki demir takıların ve silahlarının şıngırdamasını
duymaya başlamışlardı.
“Bunlar
hani o duyduğumuz Keltler olmasın” dedi Ptolemi, “hani o çok iyi savaşan
barbarlar”.
Aristo’dan
duymuşlardı ilk kez Galyalı denen Keltleri. Aristo anlatmıştı onların nasıl
korkusuz ve kuvvetli olduklarını. Geleneklerine göre, çocuklarını taa
bebekliklerinden beri az giydirir, soğuğa alıştırır, dayanıklı ve kuvvetli
olmaları için uzun bir eğitimden geçirirlermiş.
“Evet…
Onlar galiba…”dedi İskender, “Hatırlıyor musun? Aristo onların savaşta
göründüklerinin aksine disipline çok özen gösterdiklerini anlatmıştı”.
Başını
sallayarak ekledi Ptolemi, “Paralı asker olarak da savaşmışlardı bir süre Syrakusa’da Tiran Dionysios’un emrinde, on
olimpiyat kadar önce. Onlar için, şarabı ve galibiyet sarhoşluğunu
abartmasalar, dünyanın en iyi askerleri olurlardı derler”.
Galyalıların
miğferleri seçilebilir hal almıştı artık. Güneşin batma vakti gelmişti ve
güneşin son ışıltıları üç miğferin boynuzları arasından kaybolmak üzereydi.
Boynuzlar iki miğferde kocaman bir koçunki gibiydi. Yaklaştıklarında üçüncüsünün
başındakinin, boynuz değil, dev bir kuşun kanatları olduğunu anladılar. Miğferlerin
her iki yanındaki bu uzantılar, bu iri adamları daha da devleştiriyordu.
Miğferlerinin kenarlarından sarkan örgülü saçları, onlar hızlı yürüdükçe daha
gerilerinde kalarak sallanıyorlardı.
İskender
divanının üzerinde yarı yatar vaziyetteydi. Ptolemi yanında ayakta duruyordu.
Nöbetçi subaylar durdu. Yabancılar öne çıkmış oldular.
“İskender’le
konuşmak istiyoruz” dedi en iri ve saçları kiremit kırmızısı olanı. Kan
kırmızısı ve çivit mavisi karışımı renklerle bezenmiş pelerinlerinin altına
giydikleri pantolonlar İskender’i şaşırtmıştı. Medeni insanlardan farklı
giyinmiş olan bu kaba insanlar ilgisini çekmeye başlamıştı.
“İskender
benim. Konuş yabancı” diye cevap verdi meraklanan İskender.
Üçünün
de sakalı yoktu, ama bıyıkları yanaklarına sarkmıştı. Daha kısa olan ikisinin
saçları da koyu papatya sarısı gibi bir renkteydi. Kendini Kastor diye tanıtan
daha yaşlı olanı Bioriks ve Amergon’u da tanıttıktan sonra başladı söze,
“Biz
Tanrı Belenos’un merhametiyle tüm Avrupa’ya yayılan, Romalılara ve Etrüksler
korku salmış Keltlerin oğullarıyız. Hem savaşırız, hem de tarımla uğraşırız.
Bizler şarap ve tuz ustasıyız” dedikten sonra Bioriks’e hediyeleri sunması için
bir göz işareti yaptı ve devam etti,
“Galyalı
derler bizlere. Batının yüce dağlarından, ormanlarından geldik. Tüm Galya’dan,
İber nehrinden Tuna’ya kadar tüm kabilelerimizden, sen yüce krala selam ve
sevgi getirdik”. Bu arada Bioriks, içinde altın boyunluk, gümüş kemer ve
kıymetli taşlarla işlenmiş altın tas ve kupalar olan küçük sandığın kapağını
açarak İskender’e doğru getirdi.
İskender,
kaba görünümlü olan bu insanların aslında bir barış delegasyonu olduğunu
anlayınca, özellikle dış yazışmalarda ve kayıt tutulmasında yeteneğini çok
beğendiği Eumenes’i çağırttı kraliyet çadırına. Kral üç kişilik bu heyete hoş
geldiniz dedikten sonra çadırın yan bölümüne geçenek yuvarlak toplantı
masasının etrafına yerleştiler.
Toplantıda,
Galyalı elçi heyeti Trakya’ya bazı Galyalı kabilelerin gelmiş olduğunu, tarım
ve hayvancılıkla uğraşacaklarını ve Makedonya krallığının kuralları dışına
çıkmayacaklarını belirttiler. İskender de onlara bu kabilelerin buralarda
yerleşebileceklerini söyledikten sonra, yakında ordusunu Hellenpontos’dan
karşıya, Küçük Asya’ya, geçireceğini ve Perslerle savaşmaya hazır olduğundan
söz etti ve hemen bir isteğini dile getirdi,
“Sizlerin
çok iyi savaştığı kulağıma gelmişti. Söyleyin bana, buralara eğer kuzeyden bir
İskit veya batıdan bir Etrüsk saldırısı olursa bana yardım eder misiniz?”
Hemen
cevap verdi Kastor, “Yüce kral ! Bizler ölümden korkmayız ve bu dünyadaki
iyiliğimizi ve rahatımızı savaşmaya borçlu olduğumuza inanırız. Savaş bize can
verir. Sen istiyorsan, senin düşmanın bizim de düşmanımız olur ve onlarla
ölünceye kadar savaşırız. Ancak onlardan alacağımız ganimet de bizim olur. Bu
kazancımızı tanrılarımıza vermemiz gerek”.
İskender
bu cevabı duyunca hem rahatlamış, hem de bu barbar sandığı Galyalıları sevmeye
başlamıştı. Konuklardan sorumlu subayına seslenerek,
“Onursal
konuklarımız ve dostlarımız için nehrin kenarında bir çadır hazırlansın. Rahat
etsinler, dinlensinler. Ne istiyorlarsa yapılsın”. Emirlerini tamamladıktan
sonra üç Galyalıya dönerek,
“Bu
akşam vereceğim ziyafete sizleri de bekliyorum” dedi, “eğlencemize katılmanız
bizleri onurlandıracaktır. Gelin beraber Yunan şarabını içelim, dostluklarımızı
kuvvetlendirelim”.
“Yüce
kral sizinle beraber olmak bizleri çok sevindirir. Ancak sizlerin şaraba su
kattığınızı öğrendik. Biz, Belenos’un bize verdiği bu güzel nimete su
karıştıramayız. İzin verinde biz şarabımıza su karıştırmayalım.” Kastor’un bu
cevabı İskender’i şaşırttı ama kızdırmadı. Başka bir kral olsa belki kızardı
ama o Aristo’nun öğrencisiydi. Aristo ona ve Ptolemi’ye, dünya ve insanlar
hakkında yeni bir şey keşfetme fırsatı yakaladıkları zaman, ters bile olsa, onu
sakın geri çevirmemelerini, değerlendirmelerini öğütlemişti. Fark etti ki
İskender yeni bir kültür keşfetmekteydi. Kastor’ın isteğine itiraz etmedi,
sadece gülümsedi ve akşam yemeğine su katılmamış şarap hazırlanmasını emretti.
Aristonun tembihlediği bu davranışı Hindistan’da da sürdürecekler ve yerel
halkla bütünleşmeye çalışacaklardı. Böylece Büyük İskender, İmparatorluğunu
kurabilecekti. Sonra düşündü kendi kendine İskender, “bunlar şaraba su
kattığımızı da biliyorlarsa, acaba daha başka bizim hakkımızda neler
biliyorlar?” Ptolemi de Galyalıları sevmişti ve İskender’in bu kararına
katılıyordu. Toplantı çadırından en son Ptolemi ve Eumenes beraber çıktılar.
Konuk
çadırı Tuna nehrinin ortasında yer almış olan ince uzun bir adanın
karşısındaydı. Ada kazlarla doluydu ve kazların sesleri güneş gitmeye
başladıkça artmıştı. Kazların bağırtısı, kavakların rüzgarda sallanma sesiyle
beraber sanki ilk defa dinledikleri bir melodi gibiydi. Adanın üzerini dolduran
kavak ağaçları nehrin karşı tarafının manzarasını engelliyordu. Üçü de dalmış,
kavak ağaçlarını bu sihirli müzik eşliğinde seyrederken İskender’in Anadolu’ya
geçmesinin tahminlerinden daha önce olabileceğini düşünüyorlardı.
Makedonyalıların karşı kıtaya geçmeleri onları nasıl etkileyecekti acaba? Roma
kuvvetlenmeye başladığından beri Galya kabileleri onlara eskisi kadar baskın
yapmak istemiyorlardı. Epey bir süredir batıdaki Yunan kolonileri de onları
savaşmak için kiralamıyorlardı. Barış güzeldi; ama savaş gelirleri de azalmıştı
bir süredir. Trakya’daki değişiklikler Avrupa’daki tüm kabileleri yakından
ilgilendiriyordu.
Çadırlarına
geldiklerinde emirlerine verilmiş olan kölelerden sıcak su hazırlamasını
istediler. Yanlarında getirdikleri sabunlarla vücutlarını güzelce yıkadılar, temizlendiler,
ter kokularını attılar. Kralın onurlarına vereceği yemeğe hazırdılar. Başlarını
yıkamadılar; çünkü örgülerini sökmek ve yeniden örmek çok vakit alacaklardı Saç
yıkamayı eve dönünce kadınlarına yaptırmak en doğru yoldu.
Şölen
sofrası çok zengindi. Acıkmışlardı; başladılar hemen yeni toprak fırından
çıkmış koyunun butlarını kemirircesine yemeğe. Yunan şarabı geçen yaz
Bioriks’in Keltiberya’dan getirdiği kadar lezzetli değildi, ama Pannonia da
yaptıkları kendi şaraplarından daha güzeldi sanki. Pannonia şarabı tuzlucaydı çünkü. O yüzden de bal
katarlardı şaraplara. Tadı biraz tatlansın diye. Onu içince öyle bir enerji
gelirdi ki tek başına bir boğayı bile devirebilirlerdi yere.
Dans
edenleri seyrettiler ve bol bol şarap içtiler. İskender ve komutanları da
memnundu, Galyalılar da. Sohbet devam etti. İskender kupasını Makedonya’nın ve
Galyalıların onuruna kaldırdıktan sonra, konuklarına dedi ki,
“Galyalı
dostlarım, yarın size güzel bir yolculuk dilerim. Söyleyiniz tüm
kabilelerinize. Bilsinler ki İskender sizlerin dostudur” ve ekledi “size son
bir soru sormak istiyorum” Çalgıcılar susmuş tüm kulaklar İskender’in son
sorusunu bekliyordu,
“Siz
Galyalıları dünyada en çok korkutan nedir ?” sanıyordu ki cevap büyük kral
olarak kendisi olacaktı; ama cevap beklediği gibi gelmedi Kastor’dan,
“Hiçbir
şey sevgili dostum, hiçbir şey ! Sizin gibi kıymetli bir arkadaşımıza saygımız
her zaman olacaktır elbet. Ancak biz hiçbir şeyden korkmayız. Sadece…” hafifçe
durakladı biraz, ortalıkta çıt yoktu ve kendinden emin olarak sözünü
tamamladı, “Biz Galyalılar sadece şu
üstümüzdeki gök yüzünün bir gün aniden başımızın üzerine çöküvereceğinden
korkarız”. Kastor sözünü büyük bir kahkaha ile tamamlamıştı. Amergon ve
Boioriks de liderlerine katılarak kahkaha atmaya başladılar ve ertesi gün
erkenden evlerine dönmek üzere, İskender ve komutanları selamlayarak şölen çadırından ayrıldılar.
Çadırda
çıt çıkmıyordu. Makedonyalılar şaşırmışlardı bu Galyalı liderin verdiği cevaba.
İskender komutanlarına döndü ve
“
Bu Kelt denen adamlar da ne kadar yüksekten atıyorlar böyle” dedi ve şölen sona
erdi.
İskender
Keltleri palavracılıkla suçlarken 50 yıl kadar önce Roma şehrini nasıl talan
ettiklerini ve korku saldıklarını unutmuştu. Ayrıca, yine 50 yıldan daha kısa
bir süre içinde, Makedonya’da nasıl terör estireceklerini ve Yunanistan’da taş
üzerinde taş bırakmayacaklarını bilemezdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder