31 Ağustos 2019 Cumartesi

Arsinoe'nin Doğumu ve Çocukluğu


İSKENDERİYE
M.Ö. 316 (116.olimpiyat, 1.yıl)

Derler ki Büyük İskender daha Mısır’ı fethetmeden önce, Ptolemi ile beraber, yarım çuval un serpmişler yere ve serpilen unun üzerinde parmaklarıyla hayal ettikleri İskenderiye şehrinin planlarını yapmışlar. Sonra bir kuş gelmiş ve yerdeki un taneciklerini gagalayarak yemeğe başlamış. Bunu gören kahinler bu şehrin çok bereketli ve insanlar içinde çok yararlı olacağını söylemişler.  Kenti Nil deltasında kurmayı düşünmüşler önce. Ancak Nil nehrinin taşıdığı çamur ve taşların limanı bloke edebileceği düşünülerek, kent ve liman deltanın 35 km batısına olacak şekilde planlanmış. Kentin kuruluşundan kısa bir süre sonra, yeni kente akın edenlerle kentin nüfusu artmış. Dediklerine göre Mısırlı, Yunanlı ve Musevilerden oluşan nüfusu kısa sürede 300 bine ulaşmış.
İskender’in ölümünden sonra, Mısır’ın sorumluluğunu üstlenen Ptolemi, taht kavgaları devam etmesine rağmen, İskender ile beraber kurdukları hayalleri hemen gerçekleştirmeye başladı. Perdikkas’ı ortadan kaldırdıktan sonra Mısır’da konumunu kuvvetlendirmiş, Kudüs’ü  ve Akdeniz’in doğu kıyılarını da hudutlarına dahil etmişti. Yerli halkla da ilişkilerini iyi tutarak önce İskenderiye’de sonra da tüm Mısır’da önemli reformları başlattı. Düzgün caddeler ve yönetim binaları ortaya çıkmış, şehir büyümeye ve gelişmeye başlamıştı. İskenderiye’yi dünyanın bilim dünyası yapacaklarını planlamışlardı.  Bu hayali gerçekleştirme yolunda, Eflatun’un felsefe okulunu model alan bir kütüphanenin ön hazırlıklarını yapmaktaydı.
 İskender öldüğünde erken yaşlarında, en güvendiği yedi generalinden biriydi Ptolemi. Onun İskender’e yakınlığı sadece güvenilen generaller arasında yer alması değildi. Çok yakın arkadaştılar aynı zamanda. Eğitimlerini Aristo’nun gözetiminde beraber yapmışlardı. Aristo onların sadece öğretmeni olmamış, özel kitaplarını da kullanmalarına izin vererek kendilerini geliştirmelerine önderlik etmiş, yol göstermişti. İskender’den beş yaş büyük olan Ptolemi’nin annesi Makedonyalı Arsinoe*, İskender’in babasının cariyelerinden biriydi. Kral II.Philip, yani İskender’in babası, bu cariyesini Ptolemi doğmadan, Makedonya’nın soylu kişilerinden Lagus ile evlendirmişti. Ancak Arsione evlendiğinde hamile olduğuna dair dedikoduları önlemek mümkün olmamıştı. Yani, her ne kadar Ptolemi’nin babası Lagus olarak bilinse de,  Ptolemi ile İskender’in kardeş olma olasılığı yüksekti. Bu olasılıktan hiç kimse hiçbir zaman söz etmedi. Kral öldüğünde, Ptolemi hiç bir zaman olası veliahtlardan biri olarak akla gelmedi. İskender tahta rakip olabilecek yakınlarının tümünü ortadan kaldırdı; ama Ptolemi ile arkadaşlıkları hep devam etti.
Yeni doğan bebeğin herkesi sevindiren çığlığı sarayın her yerinden duyulduğunda Ptolemi, esiri olduğu anılarından sıyrılarak doğumun yapıldığı odaya doğru koştu.
            “Kız” dediler, “Çok güzel bir kızınız oldu yüce efendim”.
            Ptolemi çok sevindi. Kucağına verilen beyaz bez yumağı içinde bebeğin ağlayan yüzünü zorlukla bulabildikten sonra alnından öptü.
            “Adı Arsinoe olsun” dedi. 
*: O dönemlerde Arsinoe sık kullanılan bir isimdi. Konu başlığı olan Arsinoe 1.Ptolemi'nin kızı olup, annesi Arsinoe başkadır. O dönem tarihinde önemli yeri olan 2.Arsinoe daha sonra İskender'in başka bir generali olan Lysimakhos ile evlenecektir (MÖ 316-270)

__________________
İSKENDERİYE  MÜZ TAPINAĞI

M.Ö. 313 (116.olimpiyat, 4.yıl)

        
Arsinoe’nin üçüncü yaş gününde Müz  tapınağının açılışı yapılacaktı. Ptolemi bu şehri hem bilim, hem de sanat merkezi yapmak için söz vermişti hem kendine, hem de ölmeden önce İskender’e. Müz tapınağı, projesinin ilk adımıydı. İlham perileri adına yapılan bu sanat ve bilim yuvası, kurmayı planladığı o koca kütüphanenin çekirdeği olacaktı. Papirüs üzerine yazılmış el yazmalarını toplamaya ve biriktirmeye başlamıştı bile. Euklid kendine ayrılan çalışma odasında ruloların tasnifi için bir formül arama çabasına başlamıştı çoktan.
Kutlama töreni şiir tanrıçasının  odasında yapılacaktı. Arsinoe’nin annesi Berenice, kızının  yeni yaşına müzik eşliğinde şiir dinlemesini istemişti. Bu yaş günü kutlaması bir bakıma bu sanat tapınağında yapılan ilk toplantıydı.
            Önce Euklid’in odasına uğradılar.  Matematik üstadı sessiz adam ellerinde garip şekillerle oynarken,
            “Hoş geldiniz efendimiz” dedi, “yer ölçümleri için bazı çalışmalarımı tamamlıyorum da..” yakalanmış utangaç bir çocuk gibi sanki özür dileyerek. Elindekileri oynaması için küçük prensese verdi. Arsinoe, bu yuvarlak, kübik ve acayip şekilli tahta cisimleri yan yana dizip üst üste koymaya çalışırken anlatmaya devam etti Euklid,
            “Konik seksiyonlar üzerinde çalışıyorum da” dedi,  “ayrıca küresel ve kübik geometride de epey yol aldım” bunları duyan Ptolemi sevindi. Sponsorluğunu severek üstlendiği bu geometrinin babası bilim adamının öne sürdüğü her yeni bir şey  onu sevindirirdi her zaman.
            “Tarihe geçeceksin sen, devam et” dedi ve ekledi “felsefe salonumuz için de önerilerini bekliyorum. Eflatunun akademisini burada devam ettirmeliyiz”.
            “Çalışacağım” dedi Euklid. Ve hep beraber şiir dinlemeye müzik odasına geçtiler.
            Arsinoe elinde büyük geometricinin oyuncaklarının sıkı sıkı tutarak uykuya dalmıştı. Ptolemi, ne şiir okuyan oğlan çocuğuna, ne de lir tıngırtatan o güzel kıza bakıyordu. Gözleri devamlı karısı Berenice’nin yüzündeydi. En çok bu dördüncü karısını sevmişti. Yalvardı tanrılarına, Arsinoe’den sonra ona bir oğlan çocuk doğursun diye. Eski karısı Eurydice ve ondan doğan ilk oğlunu bir türlü sevememişti. Babası müttefikiydi ve imparatorluğun vasisi olduğu için dayanmıştı bu kadına bunca yıl. Ama ölünce karısının babası Antipater aniden, Eurydice’nin üzerine evlenivermişti güzel Berenice ile hiç kimseye hesap vermeden. Kadın, üzerine kuma gelmesinden sonra daha da huysuzlaşmıştı; kurtulması gerekecekti ondan ve oğlundan yakında elbet. Kararlıydı, eğer bir oğlu olursa Berenice’den, tahtını Berenice’den olan oğluna  bırakacaktı. İnanıyordu ki bu Mısır için daha iyi olacaktı.
            Şiir bittiğinde Berenice’ye bakmaya devam ediyordu. Konuklar alkışlarken, onu yanaklarından öperek “söz ver bana sevgili karım” dedi, bir eliyle de kızının başını okşamaktaydı. “Ben ayrılırsam da bu dünyadan bitiremeden bu bilim mabedini, sen tamamla, sevgili Arsinoe’mizle beraber dünyanın en büyük kütüphanesini”.
Berenice gülümseyerek başını salladı.  
            Ertesi gün Ptolomi’nin ilk işi, baş mimarını çağırmak ve Kızıl Deniz’de bitmek üzere olan yeni limana karısının isminin verilmesini emretmek oldu.

20 Ağustos 2019 Salı

Kim bu Galyalılar, Galatlar?


         
         
M.Ö  5000 yıllarında ve belki de daha önceleri, Avrupa’da Keltçe denilen bir dil kullanan insanlar yaşardı. Bu insanların varlığı M.Ö 7. ve 6 yüzyıllarda tarihte kendini göstermeye başladı. Şimdiki Avusturya bölgesindeki Halstatt (M.Ö. 1200 – 475) ve Fransa-İsviçre sınırındaki La Tene (M.Ö. 500 – 50) kültürlerinde  Keltlerin etkili olduğunu gösteren arkeolojik deliller mevcuttur. Avrupa ortalarında tuz madenlerinde çalıştılar, büyük nehirlerde ulaşım işinde uğraştılar. Bu bölgeler başta olmak üzere Avrupa’da birçok nehir, göl ve dağ gibi önemli yerlere Keltçe isimler verilmişti.

9 Ağustos 2019 Cuma

Bucephallus

     

İskender'e babası bu muhteşem atı almadan önce, bir kahin  "Bu atın üzerindeki kişi dünyanın hakimi olacak" demişti. İskender ona çocuğu gibi bakıyordu. Başı bir boğanın ki kadar iriydi ve alnının orta yerinde beyazdan bir yıldız vardı. Bu nedenle adını Bucephallus (Bukefelos)*  koymuştu. Daha sonra İskender, doğu seferlerindeki başarısını, atının alnındaki Pitagoras beşgeninin verdiği güce bağlıyacaktı.

Bucephallus’u ilk gördüğünde 12 yaşındaydı İskender. Babası o gün sarayın avlusunda at satıcıları ve terbiyecileriyle konuşmaktaydı. Diyorlardı ki bu çok iyi cins bir at, ama üzerine binmek imkansız. Bu nedenle de ucuza vereceklerdi. Kral Filip almaya niyetli olmadığını söylemişti. İskender bunu duyunca mermer merdivenlerden koşarak indi ve babasına atı alması için israr etti ve ikna etmek içinde onu terbiye edebileceğini ve edemezse de parasını kendi kesesinden vereceğini söyledi. Babası şaşırdı ve oğlunun bu israrına sevindi de.
İskender evvela atın yanında yavaş adımlarla dolaştı, kulağına tatlı namelerle fısıldadı ve anladı ki at güneşi arkasına alınca önünde görülen kendi gölgesinden korkuyor. Sonra bindi ata ve güneşe doğru sürdü bu çılgın atı. At gölgesini görmediği için huysuzlanmamıştı. Herkes şaşırdı ve başladılar alkışlamaya. Kral oğlu ile övünüyordu. Çok sevinmişti,
“Oğlum” dedi “Belli oldu ki Makedonya sana dar gelecek. Kendi değerine layık bir krallık kurmalısın !”
İskender her geçit töreninde ve her gittiği seferde Brucephallus’un üzerindeydi. Makedonya’nın ona dar geldiği anlaşılmaya başlanmıştı. Babasının hayal ettiği Pers seferine artık hazır sayılırdı. Görülüyordu ki dünyanın hakimi olacaktı.

*: Bukefalos, Büyük İskender'in sahibi olduğu ve antik çağın en bilinen efsanevi savaş atı. Makedonya'dan Hindistan'a dek uzanan sefer hareketlerinde Büyük İskender'in yanında olmuş, Kuzey Hindistan'da yapılan Hydaspes Savaşı sonrasında, MÖ Haziran 326'da ölmüş ve Bukefalya'ya gömülmüştür.( Vikipedi)

GALYALI KOMUTANLAR'IN İSKENDER İLE GÖRÜŞMESİ


 Tuna kıyılarında İskender'in karargahı
M.Ö. 335 ( 111.Olimpiyat, 2.yıl)
         Makedonya’nın yeni kıralı Trakya işgalinin yorgunluğunu atmak için çadırının önündeki divanda uzanmış yatıyor ve Tuna’nın karşı sahillerini seyrediyordu. “Güney-batı tarafındaki tepede üç yabancı savaşçı görünmüş. Buraya doğru geliyorlarmış” sözleri İskender’i tatlı dalgınlığını ortadan kaldırdı. Bu sözleri söyleyen yardımcı generali Ptolemi idi. Daha sonra Mısır hanedanlığını kuracak olan Ptolemi çocukluk arkadaşıydı ve büyük filozof ve zamanın en değerli eğitmeni Aristo’dan beraber ders almışlardı. Aristo onlara edebiyat, hitabet sanatı ve matematik yanında, biraz tıp öğretmiş; ama en çok siyaset ve yöneticilik konularında onları eğitmişti.

“Kim ola ki bunlar” diye sordu İskender,” korkmadan böylesine, habersizce yanı başımıza kadar gelebiliyorlar ?”
Trakyalı kabilelerden olamazlardı. Çoğu zaten aralarına katılmıştı, bir kısmı da köylerinde Makedonya ordusunun kontrolleri altında yaşıyorlardı. Illyrialılar ise habersiz gelme cesaretini ve nezaketsizliğini göstermezlerdi. İskitler ise uzaktaydı ve kuzeydeki gözcüler onların gelişini çoktan haber verirlerdi.
Nöbetçi subayların nezaretinde kralın çadırına doğru yaklaşan üç yabancıyı şimdi onlar da görmüşlerdi. Atlarına ordunun kamp girişinde el konulmuş olmasının kızgınlığından biraz söylenerek, biraz da işlerini bir an önce bitirmek İster gibi, hadi artık dercesine, sabırsız bir şekilde yaklaşmaktaydılar. Nöbetçi subaylardan sanki daha hızlı yürüyecekler de, ama onları  geçmemek için yavaşlamaya zorlanıyor gibi bir havaları vardı. Üzerlerindeki demir takıların ve silahlarının şıngırdamasını duymaya başlamışlardı.
“Bunlar hani o duyduğumuz Keltler olmasın” dedi Ptolemi, “hani o çok iyi savaşan barbarlar”.
Aristo’dan duymuşlardı ilk kez Galyalı denen Keltleri. Aristo anlatmıştı onların nasıl korkusuz ve kuvvetli olduklarını. Geleneklerine göre, çocuklarını taa bebekliklerinden beri az giydirir, soğuğa alıştırır, dayanıklı ve kuvvetli olmaları için uzun bir eğitimden geçirirlermiş.
“Evet… Onlar galiba…”dedi İskender, “Hatırlıyor musun? Aristo onların savaşta göründüklerinin aksine disipline çok özen gösterdiklerini anlatmıştı”.  
Başını sallayarak ekledi Ptolemi, “Paralı asker olarak da savaşmışlardı bir süre  Syrakusa’da Tiran Dionysios’un emrinde, on olimpiyat kadar önce. Onlar için, şarabı ve galibiyet sarhoşluğunu abartmasalar, dünyanın en iyi askerleri olurlardı derler”.
Galyalıların miğferleri seçilebilir hal almıştı artık. Güneşin batma vakti gelmişti ve güneşin son ışıltıları üç miğferin boynuzları arasından kaybolmak üzereydi. Boynuzlar iki miğferde kocaman bir koçunki gibiydi. Yaklaştıklarında üçüncüsünün başındakinin, boynuz değil, dev bir kuşun kanatları olduğunu anladılar. Miğferlerin her iki yanındaki bu uzantılar, bu iri adamları daha da devleştiriyordu. Miğferlerinin kenarlarından sarkan örgülü saçları, onlar hızlı yürüdükçe daha gerilerinde kalarak sallanıyorlardı.
İskender divanının üzerinde yarı yatar vaziyetteydi. Ptolemi yanında ayakta duruyordu. Nöbetçi subaylar durdu. Yabancılar öne çıkmış oldular.
“İskender’le konuşmak istiyoruz” dedi en iri ve saçları kiremit kırmızısı olanı. Kan kırmızısı ve çivit mavisi karışımı renklerle bezenmiş pelerinlerinin altına giydikleri pantolonlar İskender’i şaşırtmıştı. Medeni insanlardan farklı giyinmiş olan bu kaba insanlar ilgisini çekmeye başlamıştı.
“İskender benim. Konuş yabancı” diye cevap verdi meraklanan İskender.
Üçünün de sakalı yoktu, ama bıyıkları yanaklarına sarkmıştı. Daha kısa olan ikisinin saçları da koyu papatya sarısı gibi bir renkteydi. Kendini Kastor diye tanıtan daha yaşlı olanı Bioriks ve Amergon’u da tanıttıktan sonra başladı söze,
“Biz Tanrı Belenos’un merhametiyle tüm Avrupa’ya yayılan, Romalılara ve Etrüksler korku salmış Keltlerin oğullarıyız. Hem savaşırız, hem de tarımla uğraşırız. Bizler şarap ve tuz ustasıyız” dedikten sonra Bioriks’e hediyeleri sunması için bir göz işareti yaptı ve devam etti,
“Galyalı derler bizlere. Batının yüce dağlarından, ormanlarından geldik. Tüm Galya’dan, İber nehrinden Tuna’ya kadar tüm kabilelerimizden, sen yüce krala selam ve sevgi getirdik”. Bu arada Bioriks, içinde altın boyunluk, gümüş kemer ve kıymetli taşlarla işlenmiş altın tas ve kupalar olan küçük sandığın kapağını açarak İskender’e doğru getirdi.
İskender, kaba görünümlü olan bu insanların aslında bir barış delegasyonu olduğunu anlayınca, özellikle dış yazışmalarda ve kayıt tutulmasında yeteneğini çok beğendiği Eumenes’i çağırttı kraliyet çadırına. Kral üç kişilik bu heyete hoş geldiniz dedikten sonra çadırın yan bölümüne geçenek yuvarlak toplantı masasının etrafına yerleştiler.
Toplantıda, Galyalı elçi heyeti Trakya’ya bazı Galyalı kabilelerin gelmiş olduğunu, tarım ve hayvancılıkla uğraşacaklarını ve Makedonya krallığının kuralları dışına çıkmayacaklarını belirttiler. İskender de onlara bu kabilelerin buralarda yerleşebileceklerini söyledikten sonra, yakında ordusunu Hellenpontos’dan karşıya, Küçük Asya’ya, geçireceğini ve Perslerle savaşmaya hazır olduğundan söz etti ve hemen bir isteğini dile getirdi,
“Sizlerin çok iyi savaştığı kulağıma gelmişti. Söyleyin bana, buralara eğer kuzeyden bir İskit veya batıdan bir Etrüsk saldırısı olursa bana yardım eder misiniz?”
Hemen cevap verdi Kastor, “Yüce kral ! Bizler ölümden korkmayız ve bu dünyadaki iyiliğimizi ve rahatımızı savaşmaya borçlu olduğumuza inanırız. Savaş bize can verir. Sen istiyorsan, senin düşmanın bizim de düşmanımız olur ve onlarla ölünceye kadar savaşırız. Ancak onlardan alacağımız ganimet de bizim olur. Bu kazancımızı tanrılarımıza vermemiz gerek”.
İskender bu cevabı duyunca hem rahatlamış, hem de bu barbar sandığı Galyalıları sevmeye başlamıştı. Konuklardan sorumlu subayına seslenerek,
“Onursal konuklarımız ve dostlarımız için nehrin kenarında bir çadır hazırlansın. Rahat etsinler, dinlensinler. Ne istiyorlarsa yapılsın”. Emirlerini tamamladıktan sonra üç Galyalıya dönerek,
“Bu akşam vereceğim ziyafete sizleri de bekliyorum” dedi, “eğlencemize katılmanız bizleri onurlandıracaktır. Gelin beraber Yunan şarabını içelim, dostluklarımızı kuvvetlendirelim”.
“Yüce kral sizinle beraber olmak bizleri çok sevindirir. Ancak sizlerin şaraba su kattığınızı öğrendik. Biz, Belenos’un bize verdiği bu güzel nimete su karıştıramayız. İzin verinde biz şarabımıza su karıştırmayalım.” Kastor’un bu cevabı İskender’i şaşırttı ama kızdırmadı. Başka bir kral olsa belki kızardı ama o Aristo’nun öğrencisiydi. Aristo ona ve Ptolemi’ye, dünya ve insanlar hakkında yeni bir şey keşfetme fırsatı yakaladıkları zaman, ters bile olsa, onu sakın geri çevirmemelerini, değerlendirmelerini öğütlemişti. Fark etti ki İskender yeni bir kültür keşfetmekteydi. Kastor’ın isteğine itiraz etmedi, sadece gülümsedi ve akşam yemeğine su katılmamış şarap hazırlanmasını emretti. Aristonun tembihlediği bu davranışı Hindistan’da da sürdürecekler ve yerel halkla bütünleşmeye çalışacaklardı. Böylece Büyük İskender, İmparatorluğunu kurabilecekti. Sonra düşündü kendi kendine İskender, “bunlar şaraba su kattığımızı da biliyorlarsa, acaba daha başka bizim hakkımızda neler biliyorlar?” Ptolemi de Galyalıları sevmişti ve İskender’in bu kararına katılıyordu. Toplantı çadırından en son Ptolemi ve Eumenes beraber çıktılar.
Konuk çadırı Tuna nehrinin ortasında yer almış olan ince uzun bir adanın karşısındaydı. Ada kazlarla doluydu ve kazların sesleri güneş gitmeye başladıkça artmıştı. Kazların bağırtısı, kavakların rüzgarda sallanma sesiyle beraber sanki ilk defa dinledikleri bir melodi gibiydi. Adanın üzerini dolduran kavak ağaçları nehrin karşı tarafının manzarasını engelliyordu. Üçü de dalmış, kavak ağaçlarını bu sihirli müzik eşliğinde seyrederken İskender’in Anadolu’ya geçmesinin tahminlerinden daha önce olabileceğini düşünüyorlardı. Makedonyalıların karşı kıtaya geçmeleri onları nasıl etkileyecekti acaba? Roma kuvvetlenmeye başladığından beri Galya kabileleri onlara eskisi kadar baskın yapmak istemiyorlardı. Epey bir süredir batıdaki Yunan kolonileri de onları savaşmak için kiralamıyorlardı. Barış güzeldi; ama savaş gelirleri de azalmıştı bir süredir. Trakya’daki değişiklikler Avrupa’daki tüm kabileleri yakından ilgilendiriyordu.
Çadırlarına geldiklerinde emirlerine verilmiş olan kölelerden sıcak su hazırlamasını istediler. Yanlarında getirdikleri sabunlarla vücutlarını güzelce yıkadılar, temizlendiler, ter kokularını attılar. Kralın onurlarına vereceği yemeğe hazırdılar. Başlarını yıkamadılar; çünkü örgülerini sökmek ve yeniden örmek çok vakit alacaklardı Saç yıkamayı eve dönünce kadınlarına yaptırmak en doğru yoldu.
Şölen sofrası çok zengindi. Acıkmışlardı; başladılar hemen yeni toprak fırından çıkmış koyunun butlarını kemirircesine yemeğe. Yunan şarabı geçen yaz Bioriks’in Keltiberya’dan getirdiği kadar lezzetli değildi, ama Pannonia da yaptıkları kendi şaraplarından daha güzeldi sanki. Pannonia  şarabı tuzlucaydı çünkü. O yüzden de bal katarlardı şaraplara. Tadı biraz tatlansın diye. Onu içince öyle bir enerji gelirdi ki tek başına bir boğayı bile devirebilirlerdi yere.
Dans edenleri seyrettiler ve bol bol şarap içtiler. İskender ve komutanları da memnundu, Galyalılar da. Sohbet devam etti. İskender kupasını Makedonya’nın ve Galyalıların onuruna kaldırdıktan sonra, konuklarına dedi ki,
“Galyalı dostlarım, yarın size güzel bir yolculuk dilerim. Söyleyiniz tüm kabilelerinize. Bilsinler ki İskender sizlerin dostudur” ve ekledi “size son bir soru sormak istiyorum” Çalgıcılar susmuş tüm kulaklar İskender’in son sorusunu bekliyordu,
“Siz Galyalıları dünyada en çok korkutan nedir ?” sanıyordu ki cevap büyük kral olarak kendisi olacaktı; ama cevap beklediği gibi gelmedi Kastor’dan,
“Hiçbir şey sevgili dostum, hiçbir şey ! Sizin gibi kıymetli bir arkadaşımıza saygımız her zaman olacaktır elbet. Ancak biz hiçbir şeyden korkmayız. Sadece…” hafifçe durakladı biraz, ortalıkta çıt yoktu ve kendinden emin olarak sözünü tamamladı,  “Biz Galyalılar sadece şu üstümüzdeki gök yüzünün bir gün aniden başımızın üzerine çöküvereceğinden korkarız”. Kastor sözünü büyük bir kahkaha ile tamamlamıştı. Amergon ve Boioriks de liderlerine katılarak kahkaha atmaya başladılar ve ertesi gün erkenden evlerine dönmek üzere, İskender ve komutanları selamlayarak  şölen çadırından ayrıldılar.
Çadırda çıt çıkmıyordu. Makedonyalılar şaşırmışlardı bu Galyalı liderin verdiği cevaba. İskender komutanlarına döndü ve
“ Bu Kelt denen adamlar da ne kadar yüksekten atıyorlar böyle” dedi ve şölen sona erdi.
İskender Keltleri palavracılıkla suçlarken 50 yıl kadar önce Roma şehrini nasıl talan ettiklerini ve korku saldıklarını unutmuştu. Ayrıca, yine 50 yıldan daha kısa bir süre içinde, Makedonya’da nasıl terör estireceklerini ve Yunanistan’da taş üzerinde taş bırakmayacaklarını bilemezdi.




5 Ağustos 2019 Pazartesi

Makedonya Kralı II.Filip'e suikastı kim planladı?


Vergina (Kütleş, Selanik’in 80 km güney batısı)


M.Ö. 336 Ekim
(111.Olimpiyat, 1.yıl )

M.Ö 4. yüzyılın başlarından beri Makedonyalılar güçlenmeye başlamış, ikinci yarısından sonra da Hellenleri  egemenlikleri altına almışlardı. Artık, Makedonya kralı II Philip ve oğlu Büyük İskender Küçük Asya’ya geçerek Perslere saldırmayı düşünmeye başlamışlardı.


Geçen yıl gerçekleşen o olaylı düğünden sonra, bu ateşli günlerde Makedonya Krallığının başkentinde, başak bir büyük düğünün hazırlıkları tamamlanmış, kraliyet ailesinin yerlerini alması bekleniyordu. Kralın kızı Kleopatra evleniyordu. Makedonya kralı II. Filip kızını, karısı Olympias’ın kardeşi Epeiros kralı I. İskender’e verecekti

4 Ağustos 2019 Pazar

II.Filip'in aşkı ve unutulmaz düğün

110.Olimpiyat son yılı, Makedonya Krallığı




II.Filip (Büyük İskender'in babası)

II.Filip’in Pers seferine hazırlandığı yıllarda yapılmış olan o unutulmayan düğünde kral ve kraliçenin kavgası tüm Makedonyalılarca duyulmuş, akşam ziyafette de kralın oğlu İskender’in öfkesi ve yeni üvey annesinin amcasına tepkisi tüm krallıkta yankılar yapmıştı (M.Ö. 337).  Bu olay, Kral II. Filip generallerinden biri olan Attalus’un yeğeni Eurydice’e aşık olması ve evlenmeye karar vermesiyle başlamıştı. O zamanlar kralların çok evlilik yapması yadırganacak bir olay olmasa da, kralın halen evli olduğu karısı Olympias, yani İskender’in annesi, bu olaya çok kızgındı. Kocasının bu körpecik kızla evlenmesini kabul edemiyordu. Kıskanç kraliçenin durdurulamayan öfkesi sarayda harem odasında başlamış ve düğün sırasında da devam etmişti.
Aile arasındaki bu sürtüşme akşam ziyafette daha da artacaktı.  Düğün kutlamaları sırasında kadeh kaldırma sırası kralın yeni karısının amcasına gelmişti. Elindeki  şarap kupasını kaldırarak söz aldı Attalus :           “ Yeni evlilerin ve Büyük Makedonya’nın geleceğine içiyorum” demiş ve devam etmişti düşünemeden ne kadar büyük hata ettiğini, “ Umarım Makedonyalıların tanrılara yakarmaları kabul edilir ve yeni kraliçemiz sevgili kralımızdan sonra tahta geçecek bir veliaht kazandırır bizlere !”




          Bu sözler II.Filip’in Olympias’dan doğma öz oğlu İskender’i çok kızdırmış ve


          “Ne diyorsun sen pis alçak ?” diye bağırarak, “ Tanrıların laneti üzerine yağsın ! Piç miyim ben, küstah çakal !” diyerek elindeki demir kupayı Attalus’un kafasına fırlatmıştı.


          Oğlunun bu sözlerine çok şaşıran kral, Attalus’un tarafını tuttuğunu belli edercesine öfkeyle İskender’in üzerine doğru yürüyünce, tüm davetliler kral ne yapacak diye ellerinde içkileri dona kalmışlardı. O unutulmayan gecede, büyük bir hışımla  haddini bildirmek istercesine İskender’e doğru gelen Philip’in ayağı kaymış ve yere düşmüştü. Öfkesi daha geçmemiş olan İskender babasının baş ucuna geldi ve alaycı bir şekilde gülümseyerek,


          “ Şu adama bakınız” demişti, “ Bu mu Avrupa’dan Asya’ya geçecekmiş ? Daha odanın içinde bile bir yerden diğerine gidemiyor!”


          Bu hakaret bağışlanamazdı. İskender ve annesi eski kraliçe kraliyet mekanından hemen uzaklaştırıldılar. O yıl İskender annesini eski memleketi Epeiros’a yerleştirdi ve kendisi Illyria’ya gitti. İki ay kadar sonra içkinin etkisi ve öfke geçmişti. Baba oğul barıştılar; ama kırgınlık geçemedi.


          Bir süre sonra, Yunanlıların da desteğini alan Makedonya Perslere savaş açtı. Yunan kıyı şehirlerine özerklik verildi. Attalus büyük bir orduyla Küçük Asya’ya gönderildi. Bu arada kralın yeni karısından oğlu da oldu ve İskender’in keyfi kaçmıştı.





2 Ağustos 2019 Cuma

Büyük İskender'in ölümü


BABİL

M.Ö. 323 (114.olimpiyat, 1.yıl sonları)



10 Haziran, sabah erken saatler

 

Evvelki gece eğlence uzun sürmüştü ve İskender çok içmişti. Gece yarısı olduğunda yere yığılmış, ateşler içinde odasına taşınmıştı. Baygın halde yatıyordu. Babil ve çevresinin tüm doktorları çağrılmışlardı; ama bir çare bulamamışlardı.

Bir ara gözünü açtı ve kısık sesle,

“Beni ancak bu kadar çok doktor öldürebilir” dedi.  Sonra ne kadar çok toprağa hükmettiğini düşündü. O büyük gücün yok olmakta olduğunu anladı ve Hindistan'ı fethi sırasında rastladığı Dandamis adlı bir bilgenin ona söylediklerini hatırladı :

“Yakında öleceksin, o zaman, sadece seni gömmeye yetecek kadar toprağın olacak” demişti o bilge kişi.

Muhafız generallerinin hepsi yanı başındaydı. İmparatorun öldüğü sanılmasın diye, generallerin nezaretinde askerler küçük  gruplarla odaya alınıyordu. İskender konuşamıyor, onları sadece hafifçe elini kaldırarak selamlıyordu.

Ona en yakın generallerden biri olan Lysimakhos, İskender'in baş ucundan ayrılamıyordu. Onun en yakın arkadaşlarından biriydi de. Çok duygusal olan Lysimakhos’un göz yaşları yanaklarının üzerine kaymak üzereydi. O heybetli ve heyecan dolu günler gözleri önüne tekrar geldi. O aslan avı maceraları… Her ikisi de aslan avı oyunlarında çok ustaydılar. Lysimakhos omzunda o eski şiddetli acıyı tekrar hissetti. Nasıl da o koca aslan omzundan et parçasını kopartmış ve omuz kemiği ortaya çıkmıştı. Ama sonunda aslanı öldürmüştü. Bir keresinde de aslan İskender’e aniden arkadan saldırmıştı. Lysimakhos ona yardım için öne atılarak koşmuştu, ama İskender onu elinin tersiyle yana itmiş ve “merak etme ben bu aslanı tek elimle bile hallederim” demişti. Ve sonra dediği gibi aslanı bir vuruşta yere devirmiş ve öldürmüştü.

Ölmek üzere olan aslan avcısı İskender henüz 33  yaşındaydı. Generallerin zorlamasına rağmen doktorlar bir sonuca gidemiyorlardı. Kimisi çok alkol almasına  bağlıyor, kimisi de eskiden yakalandığı sıtmanın tekrarlayan şiddetli bir safhasının olabileceğini söylüyorlardı. Generallerin kafalarından, “acaba zehirlendi mi ?” sorusu hiçbir zaman gitmeyecekti.

Aynı gün, öğleden sonra, Makedonyalı II.Filip’in oğlu, Büyük İskender öldü. Bu kısa ömre çok şey sığmıştı. Çok yerler fethedilmişti. Bu kısa sürede dünyanın en büyük imparatorluğu ortaya çıkmıştı. Ve şimdi durum gösteriyordu ki, bu büyük imparatorluğun da ömrü kurucusununki gibi çok kısa olacaktı.

Ertesi gün, yani 11 Haziran 323 miladdan önce ve öğleden sonra, generaller Babil şehrinin ortasından geçen Fırat nehrinin kenarındaki Nebukadnesar’ın o heybetli sarayında toplandılar. Makedonya ordu meclisinde generallerin normal şartlarda izleyeceği yol İmparatorun halefini başlarına getirmek olacaktı; ancak ailede ölen imparatorun yerine geçebilecek uygun bir kişi yoktu ve durum oldukça karışıktı.

 Büyük İskender ölüm döşeğindeyken,

 “En kuvvetli olan yönetsin” demiş ve yüzüğünü  komutanları içinde en deneyimli olan  Perdikkas’a vermişti. Yüzüğün teslim edildiği kişinin, tahtın emanet edilecek kişi olmasının istendiğini hepsi biliyordu. Bu nedenle toplantıyı Perdikkas yönetti ve ilk sözü o aldı.

“ Roksan’ın hele bir doğurmasını bekleyelim” dedi, “Roksan İskender'in karısı… Çocuk erkek olursa kralımız o olur. En doğrusu bu değil mi ?” diye sorarak onaylarını bekledi. Ancak bir şey çok belliydi ki, Perdikkas çocuk büyüyünceye kadar tek yetkili olmak istiyordu. Öneri kabul edilmedi.

İmparatorluk bahriyesinden sorumlu Amiral Nearkhos söz aldı,

“ İskender’in şu an zaten bir oğlu var” dedi ve Perdikkas’ın önerisine karşı çıkarak, “Doğmamış çocuk üzerinde nasıl konuşabiliriz ? Sonra, Roksan’ın doğacak çocuğu erkek olmazsa ne yapacağız ?” ve kendi önerisini söyledi, “Bence  Heraktes kiralımız olsun !” Heraktes, İskender'in cariyelerinden Barsin’den doğma üç yaşındaki oğluydu. Bu öneri mantıklı gibi gözükse de, bu oğul gayrimeşruydu ve Nearkhus Barsin’in kızı ile evliydi. Amiral gelecek kralın kayın biraderi olmuş olacaktı yani; bu öneri de kabul edilemezdi.

Lysimakhos bu her iki öneriye itiraz etmek için hazırlanırken Ptolemi söz istedi. Bu iki çok yakın arkadaş göz göze geldiler ve anladılar ki aynı şeyi düşünüyorlar. Ptolemi konuştu,

“Bu her iki çocukta da Makedonyalı kanı yok. Bu kabul edilemez. Yunanlı kanı bile yok ! Bence kolektif bir başkanlık sistemi kuralım”  Dedi ama, önerdiği bu sistemin  nasıl olacağını ve nasıl yürüyebileceğini kendisi de bilemiyordu.

İmparatorluğun falanks (Yunan ordu sisteminde piyade) birlikleri komutanı Meleager  öfkeli olduğunu belirtircesine bağırarak araya girdi,

“Gereksiz tartışıyoruz …Tahtı devralacak biri zaten var” dedi, “Kraliyet ailesinden  II Philip’in oğlu Arrhidaios!”. İskender’in kardeşi Arrhidious kraliyet ailesindendi; ama epilepsisi vardı ve imparatorluğun başına geçmesi söz konusu olamazdı.

Meleager çok ısrarlıydı ve durum gitgide daha çok geriliyordu. Anlaşılan oydu ki, Maleager’in askerleri Arrhidaios için Perdikkas’a karşı savaşacaklardı. Ordunun falankslarıyla atlı birliklerinin birbirine düşmesi İmparatorluğun sonu demekti. İskender’in muhafızları konumunda olan atlı orduların başındaki generaller, bu kötü seçeneği Meleager’i öldürerek ortadan kaldırdılar.

Generaller iç savaşı önlemek için anlaşmaları gerektiğini biliyorlardı. Arrhidaios hasta olsa da III. Philip olarak krallığa getirildi. Roksan’ın doğmamış çocuğuna IV. İskender unvanı verildi. Perdikkas onların vekili ve imparatorluğun naibi olacaktı. Muhtemel karışıklık olanağını önlemek için İskender’in ikinci karısı olan III.Darius’un kızı Statira öldürüldü. O sıralar Statira’nın hamile olduğu da söylenir.

 Makedonya ordu meclisini oluşturan generaller, imparatorlukta satraplıkları kendi aralarında bölüştüler Perdikkas hepsinin baş komutanı olmuştu.Bu paylaşım sonucu Lysimakhos’a Trakya ve batı Karadeniz kıyıları düştü. Ptolemi ise Mısır satrabı olmuştu. Ayrıca Libya ve Arabistan’ın bir kısmı da ona bağlı olacaktı . Kapadokya bölgesi ve doğu Karadeniz İskender’in sekreteri Eumenes’e verilmişti. Frigya’nın kuzey batı kesimleri Çanakkale’ye kadar olan bölge Leonnatus’undu. Antigonus’a Frigya’nın geri kalan kısımları, Pamfilya bölgesi ve Likya verilmişti. Antipater Avrupa komutanlığını bırakmamış, İmparatorluğun ana vatanı Makedonya ona bağlanmıştı. Ayrıca Illyria ve Yunanistan’dan da o sorumlu olacaktı. Ve böylece artık Makedonya İmparatorluğu’nda bölünme başlamıştı. Anadolu’da artık birçok krallık oluşmuştu.